En İyi 10 Bilim Kurgu Filmi
Bazı bilim kurgu filmleri karmaşık senaryolarıyla dikkat çeker ve izlerken aklınızı bulandıracak bir sürü soru işaretiyle birlikte gelir. Kimisi ise son moda bilimsel gelişmelerden fazlasıyla faydalanır. Uzay-zaman, sicim teorisi, kuantum fiziği ve diğer teorik fizik konuları çoğu kişiyi ilgilendirmediği için özellikle kafa karıştırıcıdır. Biz de pek çok kişinin anlamsız bulduğu ve kafasını karıştıran, anlatmak istediğini anladığınızda ortalamanın üzerinde bir zekâya sahip olduğunuza inanabileceğiniz bilim kurgu filmlerini bir araya getirdik.
17- Paralel Evren (Coherence, 2013)
Bir grup arkadaşın keyifli bir akşam yemeği esnasında dünyanın çok yakınından geçen bir kuyruklu yıldızla birlikte gelişen olaylar paralel evrenler teorisine farklı bir bakış sunuyor. Kesilen elektriklerle birlikte sokağa çıkan arkadaş grubu sadece tek bir evde ışıkların hâlâ yandığını fark ederler. Çok geçmeden dünyayı algılayış biçimleri, gerçeklik algıları altüst olacaktır. Konusuyla sizi paralel evren ve kuantum fiziğine davet edecek film baştan sona sürükleyici.
16 – Yıldızlararası, (Interstellar, 2014)
15 – Gizemli Şehir (Dark City, 1998)
Alex Proyas eleştirmenlerce beğenilen bir yönetmen olduğunda, bugün bir kült olarak kabul edilen The Dark City’yi çekti ve film The Crow’dan sonraki en iyi filmi olarak kabul edildi. Filmde John Murdoch, amnezi geçirmiş bir hâlde bir otelde uyanır ve polisten ve Yabancılar adlı bir grup insan tarafından kovalandığını öğrenir. Roger Ebert’in 1998 yılının en iyi filmi görsel olarak şaşırtıcı, atmosferik ve zekidir ve Blade Runner ve Metropolis’e benzerlik gösterir.
14 – Karanlık Yolculuk (Donnie Darko, 2001)
Zaman yolculuğu filmleri karmaşık olma eğilimindedir, ancak nadiren Donnie Darko kadar gariptirler. Film, dev bir tavşan tarafından evinin dışında tutulan ve bir uçak kazası sonucu ölen karakterin etrafında ilerliyor. Donnie ayrıca dünyanın 28 gün, 6 saat, 42 dakika ve 12 saniye içinde yok olacağını öğreniyor.
Film karmaşık konusuna rağmen, Mulholland Drive gibi açıklamalara da fazla yer vermiyor. Her şey son derece belirsiz olduğu için filmi analiz etmeye ve yorumlamaya çalışan sayısız forum ve blog var. Peki tahminlerden bazıları doğru mu? Sadece filmin yaratıcıları biliyor.
13 – Akira (Akira, 1988)
Film eski Tokyo’nun küllerinden yükselen bir distopya olan Neo-Tokyo’da geçiyor. Kaneda önderliğinde bir bisikletçi çetesi, hükümet yetkilileri ile karşı karşıya geliyor. Akira muhtemelen tüm zamanların en ikonik anime filmi. Batı’da anime türünü popülerleştirdi ve sayısız illüstratörün benimsedikleri yeni bir sanat stili ortaya çıkardı. Ancak en önemlisi, insanlığın yok olmasının kaçınılmazlığı, ibadet etmek için bir tanrıya ihtiyacımız olması ve daha fazlası gibi temaları ele aldı.
12- Başlangıç (Inception, 2010)
Inception’un Memento’dan daha karışık olup olmadığına karar vermek zor, ancak bir şey açık: Hollywood’un Christopher Nolan gibi yönetmenlere ihtiyacı var. Film, bir fikri yerleştirmek için birinin aklını istila ederek kendisini kurtarmaya çalışan bir rüya hırsızı olan Dom Cobb’un hikayesini anlatıyor. Film, hem izleyiciler hem de eleştirmenler tarafından bulundurduğu temaları, simgeselliği ve özellikle belirsiz bitimi hakkındaki sayısız analize ilham kaynağı oldu. Sadece filmin yorumlanışı hakkında Google’da arama yaparsanız yüz binlerce sonuç bulabilirsiniz.
11- Kabuktaki Hayalet (Ghost in the Shell, 1995)
Aklın yerini başka bir şey alabilir ve vücudunun tamamı sentetik bir şeyle değiştirilebilirse, insan olmak demek ne demektir? Yapay Zeka bir ruh oluşturabilir mi? Bunlar, Ghost in the Shell’in sorduğu birçok sorunun sadece iki tanesi.
Film, temalar, stil ve özgünlük açısından o denli zengin ki (doğrudan ve dolaylı olarak) The Matrix’den Avatar’a kadar birçok Hollywood filmine esin kaynağı oldu. Ayrıca filmin devamı, pek başarılı kabul edilmeyen ve kısa süre önce izleyiciyle buluşan yeniden çekimi ve bir anime dizisi de bulunuyor.
10- Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind, 2004)
Kalbini kıran birini ne kadar unutursun? Clementine ve Joel, birbirlerini unutmalarını sağlamak için bir operasyon geçiriyor. Ancak bu operasyon beklendiği kadar iyi gitmiyor.
Film anıların önemine, kişiler arasındaki çekimin nasıl çalıştığına ve bazı şeylerin sadece kadere bağlı olup olmadığına değiniyor. Tuhaf senaryolarıyla bilinen Charlie Kaufman, karmaşık, çok katmanlı bir senaryo ile inanılmaz bir iş çıkarmış. Anlattığı hikâye, yönetmenlik ve oyuncu kadrosuna kadar her aşamada başarılı bir film.
9- World on a Wire (Welt Am Draht, 1973)
Az takdir edilen bir başka film olan World on a Wire, bir süper bilgisayarı içeren bir projeye başkanlık etmek için işe alındığında hayatı değişen bir sibernetik mühendis olan Fred Stiller’in hikayesini anlatıyor.
Bilgisayar, gerçek olanı taklit eden yapay bir dünya geliştiriyor ve 9,000’den fazla kimlik birimi ve yapay insan üretiyor. Simülasyonun amacı ise hükümetin gelecekteki sosyal ihtiyaçlarını öngörmesine yardımcı olmak. Bir cinayetten ve ortadan kaybolmadan sonra, Stiller neler olup bittiğini ortaya çıkarmak için adeta paranoyak hâle geliyor.
3 saatten uzun süresiyle film, günümüzdeki gişe rekorları kıran filmlere kıyasla çok ağır ilerliyor. Ancak bu durum yönetmen Rainer Werner Fassbinder’in imzası. Solaris veya 2001: A Space Odyssey kadar devrimci olmasa da Wire on a Wire izlemeye değer bilim kurgu filmlerinin üst sıralarında yer alıyor.
8- Gattaca (Gattaca, 1997)
Vincent Freeman’ın hayali daima uzaya gitmek olmuştur. Bununla birlikte, o “geçersiz” bir kişidir ve genetik açıdan daha aşağı olarak kabul edilmektedir. Genetik manipülasyonla değil, doğal olarak var olmuştur. Dolayısıyla Dünya’yı “geçerli olmadığı” için terk edemez. Bununla birlikte, sistemi aldatmak için bir başkasının DNA’sını kullanarak önceden belirlenmiş kaderine karşı gelmeye çalışır.
Andrew Niccol’ın bu başyapıtı, önemli bilimsel gelişmeler yaparsak, bugün hâlâ karşı karşıya olduğumuz önyargılara sahip olup olmayacağımızı sorar. Tek tek bireyler yerine toplumun iyileşmesine odaklanmalı mıyız?
7- Zamanın Ötesinde (Predestination, 2014)
Başrolde Ethan Hawke’ın yer aldığı bir başka bilim kurgu olan Predestination’da, bir zaman yolculuğu ajanı, “Fizzle Bomber” olarak adlandırılan bir teröristin 1975’te New York’a saldırmasını önlemek için görev alır. Zamanda yolculuk ederek 1970 yılına gider ve bir barda gizlice bir barmen olarak çalışmaya başlar. Orada, John adlı bir müşteriyle konuşmaya başlar; Çok geçmeden John, bütün izleyicileri fazlasıyla etkileyecek bir hikaye anlatır.
Tıpkı adının anlamını doğrularcasına, film kaderin kaçınılmazlığı hakkında ve hayatlarımızın gerçekten elimizde olup olmadığı hakkında düşünmemizi sağlıyor. Filmde bir sürü paradoks ve şaşırtıcı sahne var -özellikle de son sahne- ve film ikinci kez izlemeyi kesinlikle hak ediyor.
6- Paprika (Papurika, 2006)
Yakın gelecekte, psikoterapi tedavisi gelişmiş ve doktorlar hastalarının hayallerini görmek için “DC Mini” adlı bir cihazı kullanmaya başlamıştır. Bu tedavilerde çalışan ekibin başında olan Dr. Atsuko Chiba “Paprika” takma adı altında daha fazla hastaya gizlice yardım etmektedir. DC Mini’nin bir prototipi çalındığında, bazı insanlar tuhaf davranmaya başlarlar ve hatta intihar girişiminde bulunurlar.
Solaris’e benzer konusuyla, Paprika hayallerimizin gerçeğini sorguluyor. Olaylar, gerçeklikle hayaller arasında o denli gidip geliyor ki onları birbirinden ayırmak izleyici için hayli zor. Bu listedeki birçok film gibi, bu filmde de cevapsız kalan birçok soru var, ama bu da eğlencenin bir parçası.
5- Gizli Kimya (Upstream Color, 2013)
Kris adındaki bir kadın, kaçırılmış ve özel bir bitkiden elde edilen organik bir madde ile beyni yıkanmıştır. Kris, benzer bir deneyime sahip olan bir erkekle tanışır, ancak ikisi de bunun farkında değildir. Birlikte, hasar görmüş hayatlarının parçalarını birleştirmeye çalışırlar.
Upstream Color Shane Carruth’un diğer filmi Primer kadar zekice değil, ancak yine de beyin kıvrımlarınızı birkaç kez zorlayacak bir film. Carruth, baş aktörlerini etkileyen parazitin insanlardan domuzlara ve orkidelere geçtiği üç aşamalı bir yaşam döngüsü olarak tanımlıyor.
4- Ay (Moon, 2009)
Sam Bell, Ay’ın en uzak noktasındaki Sarang Moon İstasyonu’nu denetleyen mavi yakalı bir işçidir. İstasyon, Dünya’da kullanılan yeni bir enerji kaynağı olan Helyum-3’ü toplamaktadır. Sam sözleşmesinin sonuna yaklaşırken, ailesiyle bir araya gelmek için giderek endişeleniyor. Bununla birlikte, maden aracıyla kaza yaptıktan sonra ailesiyle kavuşma planlarında ciddi bir sıkıntı yaratan bir dizi şok edici olayı ortaya çıkarıyor.
Yönetmen Duncan Jones’un bu ilk uzun metrajlı filmi, kimlik, yalnızlık ve hayatın değeri konularını derinlemesine araştırıyor. Ayrıca, tüzel kişiliklerin kullandığı (veya kötüye kullanıldığında) genetik mühendisliğinin ahlaki etkileri hakkında ortaya bazı zor sorular atmayı da ihmal etmiyor.
3- Solaris (Solaris, 1972)
Psikolog Kris Kelvin, Solaris adlı bir okyanus gezegeni etrafında dönen bir uzay istasyonunda çalışmaktadır. Görevi mürettebatın zihinsel sorunlarını araştırmak ve projenin devam edip etmemesine karar vermektir. Analizlerini başlattıktan kısa süre sonra, Solaris’in fiziki olarak insanın bilinçaltında düşüncelerini, saplantılarını ve anılarını ortaya çıkardığını öğrenir.
Andrei Tarkovsky’nin bu unutulmaz klasiği bilinçaltımızın gücünü, gerçekliğin nasıl güvenilmez olabileceğini ve çok daha fazlasını araştırır. Yönetmenin becerisi Solaris’i Stanley Kubrick’in “soğuk ve steril” Space Odyssey’inden daha insancıl bir bilim kurgu filmi haline getirmeyi başarıyor.
2- Kapsül (Primer, 2004)
Aaron ve Abe, yanlışlıkla bir zaman makinesi yaratan iki mühendistir. Makineyi mütevazı yatırımlar yapmak için kullanmaya başlarlar, ancak çok geçmeden bunu takıntı hâline getirirler. Kısa süre sonra ise zaman yolculuğunun hayal edebileceklerinden daha karmaşık (ve daha karanlık) olduğunu öğrenirler.
Shane Carruth’un bu ilk filmi, zamanımızın en cesur bilim kurgu filmi; Belki de tüm zamanların. 7.000 dolarlık mütevazi bütçesine rağmen, şimdiye kadarki en iddialı filmler arasında kendine yer bulmayı hak ediyor. Zaman yolculuğunun teknik özelliklerini, sonuçlarını, felsefi sonuçları ve daha fazlasını inceliyor. Primer, tam olarak anlamak için birkaç kez tekrar izlemeniz gerekebilecek bir film.
1- 2001: Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey, 1968)
Bir grup astronot, Jüpiter’e gizemli bir görev gönderilir. Uzay gemisindeki akıllı bilgisayarları HAL 9000 ise gezegene yaklaştıkça giderek istikrarsızlaşmaya başlar.
Film onlarca yıldır eleştirmenlerden dini gruplara kadar çok sayıda kişi tarafından yorumlandı. Bugüne kadar yapılan tüm yorumlar içinde de yanlış veya doğru bir yorum yok denilebilir ve Stanley Kubrick’in de bunu amaçladığı ortada. Sonuç ne olursa olsun, bunun, tüm zamanların en nefes kesen, eşsiz ve etkili filmlerinden biri olduğunu kabul etmeliyiz. 2001 Space Odyssey, dönemine göre inanılmaz derecede iyi bir film ve her zaman tekrar tekrar izlemeye değer.
kaynak:www.sinemia.com