Dış TicaretGÜNCEL HABERLERÖne Çıkan HaberlerYATIRIM&FİNANS

Dampingli Ticaret Nedir?…. Dampingli Para Nedir?

Dampingli Ticaret, Dampingli Para:

Dış ticaretle ilgilenenler demir çelik sektörümüze ABD tarafından damping tedbirleri uygulandığını duymuşlardır. Bununla beraber ülkemiz de Çin ve Hindistan tarafından üretilen birçok ürüne anti damping uygulamaktadır.

Damping soruşturmaları genellikle sektör ve ülke bazında yapılmaktadır. Bu soruşturmayı da tedbir uygulayan ülkenin kamu otoritesi yürütür. Bunlar kesinlikle şeffaf olaylar değildir ve kurunun yanında yaş da bilerek bu soruşturmalar ile yakılır. Genellikle soruşturma başladığında karar çoktan verilmiştir. Göstermelik bazı savunmalar alınır, çalışmalar yapılır vs.

Bazı durumlarda bu türden uygulamalar faydalı, bazılarında ise zararlıdır. Bunları başka bir makalemizde daha detaylı olarak inceleyeceğiz. Bir de kimsenin farkına varmadığı bir ikinci damping türü daha vardır ki bu damping daha ekonomi literatürüne girmemiştir. Buna ben dampingli para diyorum.

Dampingli paranın iki alanda etkisini görürüz: Para piyasalarında ve uluslararası ticarette.

Damping dediğimiz zaman bir ürünün maliyetinin altında uluslararası piyasalarda pazarlanarak ticaret dengelerinin suni olarak bu malı arz eden taraf lehine bozulmasını kastediyoruz. Serbest ticaret iyidir ama bu ticaret kasıtlı olarak birileri tarafından manipüle edilmeye başlanırsa o zaman serbest piyasa dışı bazı tedbirler devreye girmeye başlar.

Para merkez bankaları tarafından üretilmektedir. Dolayısıyla dampingi yapan imalatçılar da merkez bankaları olmaktadır. Paranın fiyatı faizdir. İşte bu faiz seviyeleri suni olarak doğal olması gereken seviyelerin altına bu kurumlar tarafından çekilince bir tür dampingli meta da bu kurumlar tarafından piyasaya arz edilmiş olmaktadır.

Burada söz konusu olduğu şekilde paranın iki tür kullanımı ilgi alanımıza girmektedir: Finansman ile ticaret.

ABD dolarını ele alalım. Dolar dünyanın rezerv parasıdır. ABD’nin parasal derin stratejisinin en önemli misyonlarından birisi bu parayı dünya ülkelerinin bilançolarına pasifler tarafından sokmak ve bu şekilde bu ekonomileri kontrol altına almaktır. Janet Yellen gibi demode ekonomik modelleri üreten kişiler aslında bunları bilmezler, sadece o iş için uygun oldukları için o görevlere getirilirler. Paranın asıl sahibi kimse nihai kontrol ondadır. Dolar ucuzlamaz ise pasiflerde dolar büyümesi gerçekleşmez. Eğer parasal taban şişerken global geniş tanımlı dolar arzı daha hızlı artmaz ise finansal sistem dolar hiperenflasyonu veya tam tersi deflasyon bazlı mass default senaryolarından birisine sürüklenebilir. O nedenle ABD dolarda kontrollü değer kaybı sağlayacak bir parasal genişlemeye mecburdur. Ama tabii ki bazı şeyler beklendiği gibi gitmez. Arada bir öngörülemeyen minör veya majör krizler çıkar.

Burada bir not düşelim: ABD tasarruf açığı olan bir ülkedir ama dolar bazında borçlanmaktadır. O nedenle yurt dışına tahvil formunda dolar satmakta, ihraç etmektedir.

Burada bir parantez açıyoruz:

İşte böyle bir ortamda ülkemizdeki büyük şirketlerin bilançoları finansman departmanlarındaki zihniyet tarafından devamlı şekilde döviz borcuyla doldurulmaktadır. Son verilere göre özel sektörün dış borcu ekim sonunda 260 milyar dolara ulaşmıştır, ki bu borç bu yıl ilk çeyrek sonunda 240 milyar dolar civarında bulunuyordu. Dövizdeki yükselişe rağmen bunlar ısrarla dövizle borçlanmaktadırlar. Daha sonra da başta bankalar olmak üzere bunların hepsi toplu şekilde medya üzerinden merkez bankası kapılarında ağlaşıp faiz artırımı istemektedir. Ülkedeki herkes bunlar yüzünden yüksek faizle borçlanmaya mecbur bırakılmaktadır. Bu borçların devamlı cari açık veren bir ortamda nasıl ödenebileceği ise tam bir muammadır. Herkes aldığı kararların neticesinden sorumlu olmalıdır. Dervişten hala medet uman zihniyetin ilk yapacağı şey faizleri arttırmaktır. Böylece döviz gevşeyecek, ülkeden büyük sermayeye rant aktarılacak, borsa yükseltilecektir. Böylece morfin verilen vücutta kanser biraz daha ilerleyecektir. Oysa daha altı ay öncesine (gezi olaylarına) kadar piyasada TL bazlı kredilerde faizler hazine tahvillerini izleyerek düşme eğilimindeydi ve bu seviyelerden borçlanmak yerine bunlar döviz kredisi kullanmaya devam ettiler. Sonuç ortadadır.

Bir de bankacılık sektörünün finansal açıdan bilinçsiz bu kitleyi yanlış yönlendirmesi vardır: Bankalar ne kadar çok finansal ürün satarlarsa o kadar mutlu olurlar. O nedenle şubelerindeki pazarlama kadrolarını bu kitlenin üzerine salarlar. Bu firmalar da yoğun pazarlama bombardımanı altında bir sürü hatalı karara imza atarlar. Örneğin dövizdeki yükselişi gören bankalar bilançolarındaki gayri nakdi kredi risklerini dengelemek için bol miktarda döviz almışlar ve almaktadırlar. İşte bu dövizleri plase edecek bir yer lazımdır. Bu nedenle hepsi ihracatçı firmalara döviz kredisi pompalamaktadır. Döviz kredisi kullanan ihracatçı firmalar bir şekilde kur risklerini hedge etmiş olmaktadırlar. İlk bakışta bunların bilançosunda açık pozisyon varmış gibi görünse de işin aslında bunların kur pozisyonları dengelidir zira bunların bilançolarında aktifleştiremedikleri gelecek ihracat gelirler vardır. Ama daha sonra ayni bankalar bu müşterilerine döviz düşme riskinden korunsunlar diye türev işlemler pazarlamaktadır. Dövizin düşüşünden koruyan bu enstrümanlar, ayni zamanda dövizin yükselişini de firma açısından sınırlandırırlar. Böylece firmanın pasifleri kur yükselirken şişerken, aktifleri (daha doğrusu aktifleştirilmeyen gelirleri) yerinde sayar, böylece ihracatçı da farkında olmadan dövizde açık pozisyona sokulmuş olur. Televizyonlarda da finans kapitalin uzmanları daha kendileri bu konulara tam hakim değilken bu işten hiç anlamayan bu firmalara devamlı şekilde finansal enstrümanlar kullanılarak döviz riski kontrol altına alınmalı masalını anlatırlar.

Burada parantezi kapayarak konumuza dönüyoruz.

Dampingli paranın ticaretteki rolüne bakalım:

Büyük merkez bankalarının en büyük becerilerinden birisi faizler ile oynayarak güya enflasyon yaratmaktır. Ama nedense bunda bir türlü başarılı olamazlar. Bunların nedenlerini daha önce yayınladığımız makalelerde incelemiştik. Bu merkez bankalarının en başında Fed’i bile sollayan Japon Merkez Bankası (BoJ) gelmektedir.

Bunlar bu şekilde kontrolsüz para basınca kendi üretmiş oldukları paralar da hızlı bir şekilde devalüe olmaktadır. Bunun bir de dış ticaret boyutu vardır: BoJ kur oyunlarıyla Japon şirketlerine çok haksız bir avantajı sağlamaktadır. Bugün Japonya’da eskisi kadar çok imalat yapılmamaktadır lakin bunun yerine devasa Japon şirketleri artık üretimlerini dünyanın çeşitli ülkelerine yayarak bir tür doğal kur hedging yapmaktadırlar. O zaman yende devalüasyonun bu şirketlere de bir faydası görünüşte yoktur. Bununla beraber bu şirketlerin genel merkezleri Japonya’dadır ve bilançolarını Yen olarak yayınlamaktadırlar. Japonya’da imalat yapanlar devalüasyondan fayda sağladığı gibi, Japonya dışında yerleşik şirketler de yerel para cinsinden fiyatlarını aşağı çekerek başka bir global rekabet dalgası başlatmaktadırlar. Bunlar karlarını yen olarak gösterdikleri için yen devalüe olunca bunların yen bazında karı etkilenmemektedir. Üstelik bunlar yerel para bazında fiyat indirimine gidince diğer şirketlerden de pazar payı çalmış olmaktadırlar. Böylece bir tür merkezi sistem damping dalgası devreye sokulmaktadır.

Dünya gazetesinde bundan birkaç gün önce yayınlanmış bir haber:

19 Aralık 2013

Rokette Kullanılan Karbon Teşvik Alamadı, Yatırım Kaçıyor:

Aksa Türkiye’de karbon elyaf üretti. Dow gelip ortak oldu. Ancak Japon rakipler fiyatları düşürüp şartları zorlarken yatırım da teşviğe giremeyince, ABD’li ortak ‘Gelin kapasite artırımını Amerika’da yapalım demeye başladı. ……

Gördünüz mü olanları? Bu sadece bir örnek.

Bir de asıl konumuzla ilgili olmasa da, bu haber Türk sanayisinin teşvik bağımlılığını bir kez daha vurguluyor. Büyük sanayi firmalarının kur politikaları yanında bir de teşviklerle desteklenmesi gerektiği bir kez daha bu yazıyla bizlere hatırlatılmış oluyor.

Konumuza dönelim.

Japon şirketlerinin toplam gelir ve karları da bu şekilde yen bazında en kötü halde sabit kalıyor, ya da artıyor. Sonuçta hisse senetleri de değerleniyor. Bir de bu ülkede şirketlerin yen borçlanmaları daha yaygın, ya da kur riskini daha profesyonel idare edebiliyorlar. Bizdeki şirketlerde ülkeyi batıracak gibi açık pozisyon hastalığı Japonlarda yok. Böylece yen düşünce BoJ paniklemiyor. Ama tabii ki bunun yan etkileri de var. Japon halkı hızla fakirleşiyor. Tasarruf oranları düşüyor. Bu ülkenin saygıdeğer halkı da medya üzerinden yapılan kampanyalar ile borsaya yönlendiriliyor. Fakirleşen halkın ellerinde tuttukları kağıtlar değerlenince sanal bir zenginlik etkisi ülkeyi kaplıyor. Benim haddim olmayarak Vatanabe’lere bir çağrım var: Maaşlarınızı da dolar ve euroya endeksli isteyin bakalım. O zaman merkez bankanız ne yapacak? Hem çalıştığınız, hem yatırım yaptığınız borsada coşan bu şirketler bakalım ayakta kalabilecekler mi?

İşte bu Japon Merkez Bankası kontrolü iyice kaçırmak üzere. Ben gittikçe daha fazla para basacağım diyor. Kontrolden çıkan kişilerin başkalarına zarar vermemeleri için tecrit altına alınmaları gerekir ama bu yapılamıyor. Neden? Çünkü büyük merkez bankaları para basmaya bağımlı oldukları için bunların hükümetleri dönüp dolaşıp kendilerini vurmasın diye buna ses çıkarmıyorlar. Bizim gibi ufak ülkelerin bürokrat ve idarecileri ise ya durumun farkında değiller, ya da buna karşı bir önlem alabilecek kapasiteleri yok. O nedenle ülkeler ya sektörel bazda dampingler ile birbirlerini vurmaya odaklanıyorlar, ya da kur savaşları ortaya çıkıyor, birisi para basınca diğeri de karşı hamle olarak para bastıkları için paralar gittikçe daha fazla devalue oluyor, insanlar fakirleşiyor.

İşte bu yıl dünyada gördüğümüz dezenflasyonun sebeplerinden bir tanesi (para basmanın deflasyonist etkilerini bir tarafa koyarsak) son bir yılda yende yaşanan değer kaybı idi. Alman sanayi şirketleri Japon firmaları ile rekabet edebilmek için fiyat kırmak zorunda kalmışlardı. Dünya imalat sanayisi de büyük ölçüde bu iki ülkeye endeksli olduğu için global ölçekte sanayi ürünlerinde fiyatlar artmamıştı. Yendeki yeni bir değer kaybı furyasından istifade eden Japon firmaları dünyada bu yıl dünyada önemli iflaslara sebep olabilirler. Buna da peşinen tedbir almak gerekir.

Dampingli para konusunu burada inceledik ama çok önemli bir başka konu daha var ki onu da bu makalede yazmamız gerekiyor.

ABD borsalarındaki yükselişte bireysel yatırımcının katkısından daha önce bahsetmiştik. Bir de işin bir başka boyutu var: Kaldıraçlı işlemler.

ABD ve Avrupa borsalarında bugünlerde kaldıraç zirve yapmış durumda. Bireysel yatırımcıların aracı kurumlardan kullanmış oldukları kaldıraçtan bahsetmiyoruz (o da hızla artıyor ama asıl kaldıraç kurumsal alanda). Burada söz konusu olan bazı hedge fonların yani kurumsal yatırımcıların gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmekte olduğu kaldıraçlı işlemler. Bunları bir tür carry trade e benzetebiliriz. Klasik carry trade den farkları ise bu işlemlerde faizden ziyade işlemin uzun bacağında hisseye yatırım yapılmış olması. İşte bu uzun bacak ABD ve Avrupa borsalarındaki hisse senetlerinden oluşuyor. Yatırım yapan hedge fonlarını hisse senetlerinin değerlemeleri ilgilendirmiyor. Bu fonlar quant-algoritmik sistemler ve analiz ettikleri en önemli veri momentum, yani piyasanın hangi yönde nasıl hareket ettiği. Bunlar da bu piyasaların yukarı gittiğini görüyorlar ve tüm offerlara saldırıyorlar. Bunları piyasanın dengesini bozmak falan da ilgilendirmiyor.

Uzun taraf belli olduktan sonra bir de borçlanılacak, yani açık pozisyon yapılacak para birimini tespit etmek gerekiyor. Bunun bazı ön şartları var ki bunları detaylı olarak önceki yazılarımızda incelemiştik: Bu paranın bol ve likit olması gerekiyor ki giriş çıkış kolay olsun. Düşük faiz vermesi, ayrıca bu faizi uzun süre boyunca muhafaza etme garantisi vermesi gerekiyor. Son olarak da değer kaybetmesi gerekiyor ki, bu da çok önemli, zira aksi taktirde düşük faizle yapılan getirinin sermaye kaybıyla tamamen erimesi de söz konusu olabilir.

ABD ve Avrupa’ya baktığımızda benchmark piyasalarda faizlerin yükseldiğini gözlemliyoruz. O nedenle Dolar ve Euro bu iş için aday olamazlar. Sterlin piyasası o kadar büyük değil, ayrıca Sterlin ve İsviçre Frangı değer kazanıyor. O nedenle bunlar da olamaz. Geriye yen kalıyor. Hem faizler çok düşük, hem de işin başındaki kontrolsüz kişiler çılgınca para basmaya devam edeceğiz diye ilan edince yen çok hızlı değer kaybediyor. Böylece hem ucuz faizle borçlanılmış oluyor, hem de borçlanılan parayı ileride pozisyon kapayınca çok daha düşük bir değer üzerinden kapatmak mümkün oluyor. Yani borç defakto erimiş oluyor. Borsadaki vurgun da kadayıfın kaymağı. Yen borçlanmaya bile gerek yok. İlk önce dolar veya euro borçlanıp daha sonra bu yenle takas ediliyor. Yani dolar ve euro borçlar yene dönüştürülüyor. Spot piyasada yen 104 lerde işlem görürken uzun vadeli takaslarda bu 115 lere düşüyor. Böylece yen gittikçe düşüyor, ABD ve Avrupa borsaları da çıktıkça çıkıyor. Amerikalıların Japonların yen politikalarına göz yummalarının sebeplerinden birisi de bu. Özetle Japon parasal politikası kontrolden çıkmamış olsa ABD borsalarının da bu kadar yükselmeyeceği sonucunu da çıkarmış oluyoruz. Tabii bu olay da yenin kaderini borsalara bağlıyor. Zira herkesin tek yönlü olarak bu kadar açık pozisyon yaptığı piyasalarda borsaların yanlışlıkla ters dönmesi bütün fillerin ayni anda kapıya koşmasında sebep olabilir. İşte o zaman yende ciddi yükselişlerin zamanı gelmiş demektir.

kaynak:finansalpusula.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.